Senarist Kerem Deren'in yeni projesini uzun süredir bekliyorduk. Ezel dizisiyle çıtayı yükselttiği için, ikinci televizyon işinin nasıl olacağı merak ediliyordu. Üstelik geçirdiği beyin kanamasının üzerinden de çok geçmemişti. Kerem Deren 'ekrana', daha doğrusu bilgisayarının başına döndü. Senaryosunu yazdığı yeni bir diziyle, çok yakında atv ekranlarında olacak. Dizinin ismi Uçurum. Kerem Deren'le, Ezel'den çok farklı bir tarzı olduğunu söylediği Uçurum'u ve geçirdiği rahatsızlık sonrası hayatının nasıl değiştiğini konuştuk.
- İlk işler mi, ikinci işler mi daha zordur?
- Ezel sonrasının yazarlıkla ilgili olmayan zorlukları var: Beklenti. Türkiye beklentileri çok net bir ülke. Hatta bu anlamda şöyle bir sorun yaşıyor insan: Bir şey yapıp tanındıktan sonra, hep daha iyisi bekleniyor. Ezel gibi bir şey bekliyorlar. Ama ben de yazar olarak Ezel gibi bir şey yazmak istemiyorum, başka bir şey yazmak istiyorum. O anlamda zor. Ama oturup kağıdın üstüne bir şey yazdığın zaman, halkın ne beklediğinin bir önemi kalmıyor; yazıyorsun içinden geldiği gibi.
- Buradan Uçurum'un Ezel gibi bir senaryosu olmadığı sonucunu çıkarıyorum...
- Hiç Ezel gibi değil. Ezel'den son derece farklı. O, çok epik bir işti. Oradaki herkes çok güzel konuşuyordu. Herkes çok güzel laflar ediyordu, herkes çok jantiydi, herkes çok akıllıydı. Ayrı bir dünyaydı. Uçurum dizisinin konusu Aksaray'da geçiyor. Kimse çok akıllı değil. Kimse tüm cevaplara sahip değil. Tam tersi, buradaki insanların hiçbiri yaşamak için bile yeterli cevaplara sahip değiller. Ezel, akıl oyunları üzerine kurulu bir işti. Uçurum'un tavrı bir satranç oyunu gibi değil. Bu bir sokak kavgası. Temel bir farkı da var: Burada merkeze aldığımız konu çok gerçek. Kimsenin çok ilgilenmediği ama gerçek bir hikaye.
- Aksaray hikayesi nasıl oluyor, biraz açar mısınız?
- Aksaray'da otel işletmeciliği ve kadın satıcılığı yapan bir karakterimiz var. İsmi Yaman. Moldova'dan buraya kardeşiyle birlikte gelen, hayatını kurtarmak, hayatını kazanmak isteyen bir kız var; Eva. Bir de, askerlik sonrası travmayla taksicilik yaparak Aksaray'da yaşamaya çalışan Adem karakteri var. Bunların etrafında örülmüş bir hikaye. Adem, Eva'ya yardım ediyor. Dizinin temel cümlesi bu. Sonuçta Adem ve Eva ve onlara yardım eden az bir insan grubuyla, Eva'nın kardeşini kurtarmaya çalışıyorlar. Herkesin hayatını görüyoruz. Araştırması çok sıkı yapılmış bir iş bu. Bu hayatların içinde, yaşananları gördüğümüz zaman, kötü kakarterlerin da nasıl bir ruh hali içinde olduklarını, ne istediklerini görüyoruz. Yani hayatta kalmak için insanların neler yapabileceğini göreceğiz. Çok net bir şehir hikayesi.
- Neden Aksaray bu kadar etkiledi sizi?
- Aksaray'dan hepimiz geçmişizdir. Yolumuz üzerinde ama bu kadar yakınımızda olan insanların hayatları hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Temizlikçi kadın ya da bakıcı çalıştırıyoruz; onun hayatındaki korkunç şeyleri bilmiyoruz. Şehir hayatı öyle garip ki, milyonlarca insan yaşıyor ama karşımızdaki insanın hayatına dair hiçbir şey bilmiyoruz. Bu senaryo, bilmediğimiz hayatlarla ilgili.
- Bu elit tarzda bir dizi değil yani...
- Elit olma ihtimali yok. Ezel üst tabakayı anlatıyordu. Bu alt tabakayı anlatıyor.
- 'Derin bir araştırma yaptık,' dediniz. Nasıl bir araştırma bu?
- Yardımcım Beril'le birlikte yaptık. Taksicilerle uzun uzun konuşmalar, röportajlar yaptık. Elde ne varsa diziye konuldu. Kadın ticareti meselesi ile ilgilenen merkezlere gittik; onlar bizi yönlendirdi. Gerçek hikayeler dinledik. Yurtdışından gelip, kadın ticaretine sürüklenen kadınların hikayeleri o kadar ağır ki, onları anlatamıyoruz bile. Bunları bu yayın saatinde gösteremeyiz. Bunları yazmak da ruhen çok zordu. Arada molalara ihtiyacım oldu. Ezel'de hayali olan net olan bir şey yazıyordum, ondan sıyrılmak kolaydı. Burada gerçeğin ortasındayım. Yazdığım insanın birebir karşılığı olduğunu biliyorum. Bu durumda olan insanlar var, bu çok ağır bir şey.
- Sizi böyle ağır bir hikaye yazmaya iten şey neydi?
- Bizim hayatlarımızın içinde geçebilecek bir şey değil. Biz, korunaklı hayatlarımız içinde yaşıyoruz. İki sokak ötede, Tophane'de ne yaşandığını bilmiyorum. Kendi Kemerburgaz hayatımda bunlarla ilgim yok. Bu duygusal uzaklık beni sarstı. 'Vicdanen, insan olarak, buna nasıl bu kadar uzak kalabildik?' diye düşündüm. Şefkat dediğimiz şey lafta; okul kitaplarında bol bol kullanıyoruz. Ama bu insanlarla ilgili bir şey yapmıyoruz. Bu sorular beni bir şey yazmaya itecek kadar rahatsız etti.
Türk edebiyatını yeni keşfettim
- Ne okursunuz?
- Yabancı yazarları okuyorum. Bu bir eksiklik ama Türk edebiyatını yeni keşfettim. Üç sene önce başladım Türk edebiyatı okumaya. Ahmet Hamdi Tanpınar'ı üç sene önce okuduğumda, çok şaşırmıştım. Sabahattin Ali ile karşılaştığımda da öyle.
- Sıkıldığınızda atlayıp nereye gidersiniz?
- Üç-dört gün yurtdışında bir yerlere giderim. Favorim, Floransa.
- Nerede eğlenirsiniz?
- Gece çıkmayı seven biri değilim. Benim için eğlence, iyi restoran, güzel bir sohbet, iyi bir yemek.
- Nerede tatil yaparsınız?
- Geçen sene Bozcaada'da iki ay kaldım. Bayıldım.
Çok yakında yazmaya doyarım
- Diyelim dizinin reytingleri düştü... Senaryoya ne eklerseniz yükselir?
- Benim televizyonculukla ilgili bir hayat dersim var. Reytingde çözüm çıkarmayacaksın. Reyting yükseltmek istiyorsan da, oradan sonuç çıkarmayacaksın. Çünkü o, kulağı tersten görmek. İnsanların ne istediğini düşünmeye başladığınızda, iyi bir şey yapmayı ıskalıyorsunuz.
- Türk dizisinin olmazsa olmazı nedir?
- İyi bir hikaye. İyiyse hikaye, insanlar seyrediyor. Çok büyük bir yalan sunuyorsanız, izlemiyorlar. Türk halkı aile ilişkisi görmek istiyor. Türklük izleniyor. Türk gibi olmayan şeyler seyredilmiyor. Yazarın, 'Türk gibi olmak nedir?' üzerine kafa yorması gerekiyor. Nasıl konuşuyoruz, nasıl hareket ediyoruz, bakmak gerekiyor.
- Yabancı dizi izler misiniz?
- İzlerim. Game of Thrones'a baktım ama çok bayılmadım.
- Kadın unsuru ne kadar önemli dizide? İlla bir güzel kız mevcut oluyor da...
- Türk dizilerinde kadın seyrediliyor. İyi bir kadın karakter, reyting için önemli.
- Türk halkı dizilere ne zaman doyar sizce?
- Ben çok yakında yazmaya doyarım ama sanırım onlar izlemeye daha bir süre doymazlar.
Ansızın uçurumun kenarına gelirsiniz
- Bir şey yazarken, oyuncu kadrosunu da canlandırır mısınız kafanızda?
- Yazarken, hayali bir öykü üstünden yazıyorum. Ama proje ortaya çıktığında, onun oyuncu kadrosuna karışıyorum. Kafanızda birebir canlandırdığımdan değil de ama yazar bence cast'la ilgilenmeli. Bu dizide de çok ilginç bir kadro oluştu. Seyircinin çok şaşıracağını düşünüyorum. Çok bildik bir televizyon kadrosu olmadı.
- Şiirler yok, Ramiz Dayı gibi bilge bir adam yok bu dizide... Eeee nasıl olacak?
- Selçuk Yöntem'in canlandırdığı bir berber karakteri var. Sırrı olan biri. Normal hayatında son derece düzgün bir aile babası gibi görünüyor ama içine çekildiği dünyada, kendi geçmişinde korktuğu bir şey var. Herkesin kendi hayatıyla ve geçmişiyle ilgili bir-iki sırrı var ve onları göreceğiz. Ama bunlar entelektüel bir bakış açısıyla anlatılan hikayeler değil.
- 'Herkes uçurumun kenarına gelir ve düşer' söyleminden ne çıkarmalıyız?
- Ben de ciddi bir rahatsızlık geçirmiştim, durup dururken hem de. Hiç hazırlanamayacağım bir durumdu. Şimdi bunun hakkında düşünüp, konuşabiliyorum ama belki yaşadığım o beyin kanaması tecrübesi böyle bir senaryoya daha yakın hissettirmiştir. Gerçekte ne kadar paranızın olduğunun, ne kadar güvende olduğunuzun hiçbir önemi yok hayatın gidişatında. Bazen tek bir şey oluyor ve siz kendinizi dünyanın tepesinde zannederken, bir anda kendinizi uçurumun dibinde bulabiliyorsunuz. Bu, herkes için geçerli ve çok korkutucu bir şey. Bu, hikayemin de ana temasını oluşturuyor.
Beyin kanaması bana çok şey katı
- Beyin kanaması tecrübesi, insani olarak da çok şey kattı galiba size...
- Yazar olarak daha çok şey katmış olabilir. İnsan, enteresandır. Sıra dışı bir şey de yaşıyorsunuz ama 10 gün sonra gündelik hayatınıza dönebiliyorsunuz. Beni tabii ki etkiledi hastalık, hayat durdu. Ondan sonra hayata bakışımda ufak değişiklikler oldu. Bazı şeylere önem vermez oldum.
- Rahatsızlığınız, çok çalışmanın, çok düşünmenin tetiklediği bir durum muydu?
- Hayır değildi. Sağlıklı olduğunu sanan herkeste olabilecek bir şey.
- Sonrasında ne kadar dinlendiniz?
- Hâlâ dinleniyorum (gülüyor). 15-20 gün sonra başladım yazmaya.
- Bu senaryo ne zaman yazıldı?
- Ezel'den öncesinde fikri vardı. Üç-dört sene önce tasarlanmıştı. Ali Gündoğdu ile çalışmaya karar verdiğimizde, iki sene önceydi. Bir buçuk senelik bir hazırlık süreci var.
- Uçurum'da alıştığımız dizi klişelerinden farklı bir şey görecek miyiz?
- Klişe iyidir, yaratıcılığın başlangıcıdır. Klişenin klişe olmasının bir sebebi vardı; hepimizi tekrar tekrar ilgilendirir. Yazarlık, klişeyi nasıl anlatacağınızda devreye girer. Buradaki hikayede, Adem ve Eva arasındaki ilişkide bir duvar var ve o duvar, temel kültür duvarı. Alakası olmayan iki insan bir arada. Bir aşk seyrediyor olacağız ama çok uzak iki insanın ortak noktasını da bulacağız.
80 dakikalık dizi insan doğasına aykırı
- Kerem Deren denince, Pınar Bulut'u düşünmeden olmuyor. Pınar Bulut niye senarist olarak yok bu işte? Küs müsünüz?
- Yoo, o da burada (gülüyor). Ayrı yazarlarız, o da başka bir iş yapıyor. Zaten günün pek çok saati birlikteyiz. Bu işte de birbirimizin akıl hocasıyız. Pınar, Suskunlar diye başka bir iş yapacak. Ama Uçurum'un birinci bölümünu çoğunlukla Pınar yazdı. Birbirini destekleyen iki ayrı yazarız.
- Zamanında tiyatro oyunları yazdınınız. Bu bir avantaj mı dizi sektörü için, yoksa dezavantaj mı?
- Avantajı da var, dezavantajı da. Tiyatro, derinliği olan bir yer. Sonuçta orada aksiyonun bir esprisi yok, insan duygusunun derinliğinin bir esprisi var. Tiyatro sahnesinde her şeyi bu duyguyu yakalamak için yapıyorsunuz, televizyonda da eksik olan bir şey bu. Ama tiyatro gerçek hayat değil. Televizyon gerçek hayattır.
- Sinemaya dair planınız var mı? Çünkü dizi, insanın belli konulara, belli sınırlar içinde girebileceği bir alan...
- Şu anda yazdığım bir sinema senaryosu var. Eylülde çekeceğiz. Tersten bir aşk hikayesi.
- Dizide bazı konularda kendinizi sansürlenmiş hissediyor musunuz?
- Biz şanslılardanız. Ezel'i yazarken de, Uçurum'u yazarken de, çalıştığım kanallar beni sansürlemedi. 'Bunu yapmayalım,' diye bir şeyle uğraşmadım. Ama mecra olarak televizyon, sınırlamaları güçlü olan bir yer. Otosansür oluyor.
- Siz dizi izler misiniz?
- Türk dizilerini izleyemiyorum. Sıkılıyorum. Son enteresan geliyor, ilk bölüm beni çok bağlamadı ama ikinci bölümden bakınca, çok etkin bir iş. Son, televizyonculukta geldiğimiz noktayla ilgili bir iş. Behzat Ç'yi seviyorum, çünkü doğallığı hoşuma gidiyor. 80 dakika bir diziyi izlemek insan doğasını aykırı geliyor.
- Peki ya 80 dakikalık bir diziyi yazmak?
- Bunun üstüne konuşmamak gerek. 80 dakika, haftalık pratiğe girdiğiniz zaman, günde 20-30 sayfa yazacaksınız demek; bu insanüstü bir şey.
- Nasıl bir tempoya gireceksiniz?
- Haftada çok saat çalışacağım, alıştık buna artık. Günde 14-15 saat çalışıyoruz.
Uçurum neden izlenmeli
- Ezel'in senaristi Kerem Deren yazdığı için.
- Mehmet Ali Nuroğlu, Selçuk Yöntem, Erdal Yıldız, Esra Ronabar oynadığı için.
- Şehrin içindeki uçurumlara düşen insanların yaşam öykülerini öğrenmek için.
- Yönetmenliğini Cem Karcı üstlendiği için.
İtalyan oyuncular rol alıyor
Türkiye'de adını Claudia Cardinale ve İsmail Hacıoğlu'yla birlikte rol aldığı Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak filmiyle duyuran; Sanguepazzo filminde Monica Belluci ile olan sevişme sahnesi ile keşfedilen, yarı Balkan, yarı İtalyan oyuncu Lavinia Longhi de kadroda. Onun yanı sıra, yine bir İtalyan güzelinin, Denise Capezza'nın da rol aldığı dizinin çekimleri İstanbul'da devam ediyor. Uçurum, günlük hayatımızın hemen arka tarafında, gölgede kalan tarafında, ama hemen yanı başımızda, tanımadığımız, bilmediğimiz karanlık dünyaları anlatıyor. Gündelik hayatın içinden teğet geçtiğimiz tehlikeler, uçurumun eşiğine gelmiş insanların yaşamlarından kesitler yer alıyor. Dizinin söylemi şu: 'Evimiz, işimiz, ailemiz, arkadaşlarımız, maaşımız, sigortamız, köpeğimiz, her gün tekrar ettiğimiz korunaklı hayatımız aslında bizi tehlikeden koruyamıyor. Hepimiz görmediğimiz bir uçurumun kenarında sürdürüyoruz hayatımızı. Bir yanlış yol, bir geç kalmış adım, bir talihsiz kaza ve hepimiz, en yukarıdaki, en mutlu, en güçlü olanımız bile, bir gün o uçurumdan aşağı düşebilir.'